Dünya mimarlık tarihinin en büyük ve en etkili eserlerinden birisidir Ayasofya. Binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir. Mimarisi, efsaneleri, taşıdığı anlam ve işlevselliği ile oldukça önemli bir yapıdır.
Ayasofya; İmparator Justinianos tarafından, döneminin en iyi mimarları olan İsidoros ile Anthemios’a yaptırılmıştır. 532 yılında inşasına başlanan yapı 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır. 5 yıl bu büyüklükteki bir yapı için oldukça kısa bir süredir. 537 yılında yapımı tamamlanan kilise, büyük bir törenle ibadete açılmıştır.
Ayasofya Kilisesi, Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yapmış olduğu en büyük kilisedir. İlk ismi Megale Ekklesia (Büyük Kilise)’dır. 5. yüzyıldan itibaren kutsal bilgelik anlamına gelen “Ayasofya” ismini almıştır. Doğu Roma İmparatorluğu boyunca Ayasofya hükümdarların taç giydiği, başkentin en büyük kilisesi olarak katedral görevi görmüştür.
Ayasofya, birçok kez tahribata ve yıkıma uğradı. IV. Haçlı Seferi sırasında gördüğü hasar yapının tarihinde gördüğü en büyük hasardır. 1204 yılında şehri ele geçiren şövalyeler, Ayasofya’da bulunan pek çok kutsal eşyayı yağmaladı. 1344 yılında şehirde yaşanan deprem, Ayasofya’da büyük bir yıkıma ve bir süre ibadete kapanmasına yol açtı. Halktan toplanan özel vergilerle ve bağışlarla 1354 senesinde tamir edilerek tekrar ibadete açıldı.
1453 yılında Osmanlı Devleti padişahı II. Mehmet şehri fethettiğinde tam 916 yıl boyunca kilise olarak kullanılan bu mabed şehrin fethinin sembolü olarak camiye çevrildi. İstanbul’u fethettikten sonra Fatih ünvanı alan Sultan Mehmet, kendisine ganimet payı olarak sadece Ayasofya’nın mülkiyetini aldı. Ayasofya’nın kuzeyine, Fatih Dönemi’nde bir medrese yaptırılmıştır.
Bir diğer Osmanlı padişahı olan Sultan I. Mahmut ise Ayasofya’ya bir çok ekleme yaptırdı. Mimari güzellikleri eşsiz olan şadırvan, sıbyan mektebi, aşhane-imaret, kütüphane, Hünkâr Mahfili ve mihrap inşa ettirdi. Böylece Ayasofya bir külliyeye dönüştü.
Yapıldığı ilk günden itibaren çeşitli depremlerden zarar gören yapıya, hem Doğu Roma, hem de Osmanlı Döneminde destekleyici eklemeler yapıldı.
Ayasofya’da en kapsamlı tamir çalışmaları Abdülmecid Dönemi’nde (1839-1861) Fossati tarafından yapılmıştır. Bu onarım çalışmaları kapsamında, mihrabın kuzeyinde bulunan Hünkâr Mahfili kaldırılmış, yerine mihrabın solunda, sütunlar üzerinde yükselen, etrafı ahşap yaldızlı korkuluklarla çevrili Hünkâr Mahfili yapılmıştır.
Abdülaziz Dönemi’nde yapılan çevre düzenlemeleri kapsamında Ayasofya etrafındaki medrese yılları arasında yıktırılmıştır (1869-1870) ve 1873-1874 yılları arasında yeniden yaptırılmıştır. 1936 yılında yıkılmış olan medresenin kalıntıları 1982 yılında yapılan kazılarla ortaya çıkarılmıştır.
Hattat Kadıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından 7.5 metre çapındaki 8 adet hat levhası ana mekânın duvarlarına asılmıştır. “Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” yazılı bu levhalar tarihin en büyük hat levhaları olarak bilinmektedir. Aynı hat ustası merkezdeki kubbenin ortasına Nur Suresi’nin 35. ayetini yazmıştır.
1932 senesinde restorasyon çalışmaları için ibadete kapatılan Ayasofya’da, Türk hükûmetinin izniyle ABD’li bir grup bilim insanı tarafından çalışmalar yapıldı. Fatih Sultan Mehmet tarafından üzeri sıvayla kapatılan mozaikler tekrar ortaya çıkarıldı. O sıralarda Bakanlar Kurulu kararı ile yapı, müzeye çevrildi ve 1 Şubat 1935’de müze olarak ziyaretçilere açıldı.
Ayasofya’nın ölçüleri 100×70 m’dir ve yaklaşık 7500 m²’lik bir iç alana sahiptir. İki katlı bir yapısı vardır. 40 tanesi alt katta 67 tanesi üst kattaki galeri kısmında olmak üzere içinde toplam 107 adet sütun vardır. Sütunların en uzunları yaklaşık 20 metredir. Sütunların yarıçapı 1,5 metre ve tahmini ağırlığı 70 tondur. Yapıda kullanılan sütunların çoğu, binadan daha eskidir. Bunun nedeni, kullanılan sütunların Anadolu’daki çeşitli yerlerindeki farklı mabetlerden getirtilmiş olmasıdır.
Bizans döneminde yıkılan kubbe yeniden tamir edilmiştir. Bu sebeple kubbe tam yuvarlak değil, elips şekline daha yakındır ve iki farklı yarıçapı vardır. Kubbe çapı 30.80 ile 32.6 metredir. Kubbe yüksekliği ise 55.60 metredir.
Yapının görkemli kapıları meşe ağacından yapılmadır ve Bizans döneminin izlerini hala taşımaktadır. Tunç kapı ise Tarsus’daki Hellenistik bir tapınaktan bu yapıya özel olarak getirtilmiştir ve Ayasofya’nın en görkemli kapısıdır. Batı bölümünde dokuz farklı kapı ile mekânın asıl girişine girilmektedir. Ortada yer alan üç kapı imparatorun girişine ayrılmış olduğu için bu kapılara “2 İmparator Kapısı” adı verilmiştir.
Yerden 55.6 metre yüksekliğinde olan tuğladan yapılmış kubbe 40 kaburga ve 40 devasa pencereden oluşmaktadır. Duvarları kaplayan renkli mermerler Tesalya, Mısır, Euboia gibi yerlerden getirilmiştir. Beyaz mermerler ise Marmara Adası’nın ünlü mermerleridir.
Ayasofya’nın iç bölümünün altın mozaikli duvar resimleriyle bezeli olduğu söylenmektedir. Ancak bu mozaiklerin resim düşmanlığı akımı sırasında ortadan kaldırıldığı düşünülüyor. Bu akımın sona ermesiyle 9. Yüzyılın sonlarına doğru mozaikler yeniden yapılmaya başlanmıştır. Bu mozaiklerin üstü Osmanlı Dönemi’nde sıvayla kapatılmıştır.
Vestibülden iç narthexe geçilen kapının üstünde, ortada kucağında çocuk İsa’yı tutan Meryem tahtta oturur biçimde betimlenmiştir. Meryem’in sağında kendisine kentin bir modelini sunan İmparator Constantinus, solunda Ayasofya’nın modelini sunan İmparator İustinianos görülmektedir.
İç narthexin çapraz tonoslu tavanı İutinianos dönemi (527-565) mozaikleriyle süslüdür. Bunlar Ayasofya’nın özgün mozaikleri oldukları için önemli ve değerlidirler.
İmparator Kapısı üzerinde, süslü bir tahtta oturan İsa, sağ eliyle kutsama durumunda betimlenmiştir. Sağ elinde ise açık bir kitap vardır. İsa’nın sağındaki madalyon içinde Meryem, sol yanında Cebrail’in büstleri yer alır.
Apsiste kucağında çocuk İsa’yı tutan Meryem figürü bulunur. 9. yüzyıla ait bu mozaik, Ayasofya’da yapılmış en eski figürlü mozaiktir.
Güney galerinin doğu duvarında iki imparator ailesinin mozaikleri yer alır.